21 Haziran 2009 Pazar

Bokunda boncuk aramak?

Bir onceki postadan da anlasilabilecegi gibi Timothy Truman’in Black Lamb serisini okuyordum gecen hafta. 97’de DC Comics’e bagli Helix Comics’ten cikmis 6 sayilik bir mini seri. Hadise gelecekte geciyor. Canavarlar falan var, ama varliklarini insanlardan gizlemeye calisiyorlar. Diziye ismini veren karakter Black Lamb de bu canavarlarin ‘fedaisi’ olan Diarrmaid Donn adli bir nevi uber vampir – malum artik hemen her vampir anlatisi kendi mitlerini yaziyor; Black Lamb evreninde vampirler ölümsüz degil, ancak vampir kani icenler ölümsüz olabiliyor. Diarrmaid de bunlardan biri.

Neyse, asil deginmek istedigim mevzu bu degil. Serinin “They saved Walt Whitman’s Brain” adli dorduncu sayisinda sahane olma kapasitesi olan ve fakat harcanmis bir oyku var. Hikayenin basindaki flashback’te Walt Whitman’in olumunun ardindan beyninin incelenmek uzere muhafaza edildigini, fakat beyni inceleyecek bilim adaminin muhafazayi elinden kazara dusurdugunu ve ardindan parcalanan beyni kanalizasyona bosalttigini goruyoruz. O esnada, “re-animator” tarzi baska bir olay vuku buluyor. Olu bedenleri canlandirmaya calisan bir bilim adami, kizgin bir kalabalik tarafindan taciz edilince, elindeki tum taze vucut parcalarini, ve kimyasal maddeleri kanalizasyona dokuyor. Orada olanlar oluyor, ve gelecekte, Diarrmaid’in dunyasinda, kanalizasyonlarda dolasan, devasa, sakalli bir yaratik goruyoruz ve hic konusmasa da “onda bir sair ruhu” oldugunu ogreniyoruz. Maalesef Walt Whitman yaratiginin pek fazla bir rolu yok bu hikayede.

Bu oykuyu okuyunca, populer tahayyulde kanalizasyonun bir nevi donusturucu mekan islevi gordugu fikri canlandi kafamda. Ninja Kamplumbagalar kanalizasyonda mutasyona ugruyorlar ornegin. Onlarin durumunda da, Walt Whitman canavarinda da ortada mutasyonu saglayan baska maddeler var, ama ‘sihir’ kanalizasyonun bulanik sularinda gerceklesiyor. Bok, adeta mutasyonu saglayan karisimin bir parcasi oluyor. Daha pek cok ornek var aslinda. Batman Returns’un basinda, henuz bir bebek olan Penguen’in kanalizasyonda ailesi haline gelecek penguenlere dogru yuzusunu goruyoruz. Dogustan farkli olsa da, kanalizasyon baska tur bir donusumun, toplumsal bir donusumun mekani oluyor onun icin.

Ayrica anamaddeleri butunuyle bok olan yaratiklar da vardir populer metinlerde. Kevin Smith’in Dogma filminde Golgothan adli bir bok zebanisi boy gosterir ornegin. Mark Millar’in cizgi roman serisi Wanted’da (Angelina Jolie’li filmini de yaptilar biliyorsunuz, tabii o cizgi romandan cok daha farkliydi), Shithead adli bir karakter vardir. Rivayete gore, dunyanin gelmis gecmis en seytani 666 adaminin boklarinin vucut bulmus ve canlanmis halidir. Bedenini istedigi zaman tas gibi sertlestirip, istedigi zaman ishal kivamina getirebilmek gibi bir yetenegi vardir.

Bunlar kurmaca ornekler – bir de cesitli sehir efsaneleri var kanalizasyonlarla ilgili. Ornegin New York kanalizasyonun mutant timsahlarla dolu oldugu soylenir. Tuvaletten sifonla gonderilen yavru timsahlar kanalizasyonda baskalasim gecirir, devlesirler, derilerinin rengi degisir ve saire.

Insanoglunun bokuyla ilginc bir iliskisi var, malum. Belli bir yastan sonra gozumuzun onunde olsun istemiyoruz pek (Zizek’in ilginc bir teorisi vardir bu durumla ilgili, cesitli milletlerin klozet yapilarindan, bokun sifon edilis sekillerinden ideoloji cozumlemesine girisir). Fakat ote yandan bok boylesine bir gizem kaynagina, buyulu bir seye de donusebiliyor. Kerametli bir sey oluyor dupeduz. Hayat veriyor, donusturuyor, vucut buluyor… Bakthin’in Rabelais’yi okurken gordugu turden bir grotesk gercekcilik var bu hikayelerde ve mitlerde.

27 Mayıs 2009 Çarşamba

The Slide Guitar Understands Your Trouble

DBC Pierre’in Vernon God Little’ini okuyordum. Guzel bir kara mizah ornegi, Amerikan toplumunun ve bilhassa Teksas ahalisinin hicvi. Teksas’in barbeku sosu baskenti Martirio’da gecen modern bir yanlisliklar komedyasi. Kitabi, bas karakteri Vernon Gregory Little’in ic sesinden takip ediyoruz ve kendisi 15 yasin verdigi bilgelikle bize hayat, kadinlar ve her sey hakkinda dusuncelerini anlatiyor.

Buyrun, basi belada olan ve cd’lerinden bazilarini satarak Meksika’ya kacmaya niyetlenen Vernon’dan biraz muzik felsefesi:

“Music’s a crazy thing when you think about it. Interesting how I decided which discs not to pawn. I could’ve kept some party music, but that would’ve just tried to boost me up, all this thin kind of ‘Tss-tss-tss’ music. You get all boosted up, convinced you’re going to win in life, then the song’s over and you discover you fucken lost. That’s why you end up playing those songs over and over, in case you didn’t know. Cream pie, boy. I could’ve kept back some heavy metal too, but that’s likely to drive me to fucken suicide. What I need is some Eminem, some angry poetry, but you can’t buy that stuff in Martirio. Like it was an animal sex doll or something, you can’t buy angry poetry. When you say gangsta around here, they still think of Bonnie & Fucken Clyde. Nah, guess what: I ended up keeping my ole Country albums. Waylon Jennings, Willie Nelson, Johnny Paycheck – even my daddy’s ole Hank Williams compilation. I kept them because those boys have seen some shit – hell, all they sing about is the shit they’ve seen; you just know they woke up plenty of times on a wooden floor somewhere, with ninety flavors of trouble riding on their ass. The slide-guitar understands your trouble. Then all you need is the beer.”

24 Mayıs 2009 Pazar

Klöb! - “Cok eskiden hazmolunacaktik!”

Hava kapali ve oturmus Vesikali Yarim’i seyrediyorum. Halil, gecenin kor karanliginda, Beyoglu’nun arka sokaklarinda, Sabiha’sina yuruyor, yahut Sabiha’sindan gidiyor. Sol ustte isikli bir levha. “Klöb” diyor, neon neon, frankofon bir zerafet icinde. Fakat bende tedirginlik uyandiriyor daha cok. Yanip sonusundeki ritm nabiz gibi – Klöb.. Klöb.. Klöb - , fonik aura’si tum o arka sokagi, hatta tum Beyoglu’nu yutacak jole kivaminda bir yaratikla akraba – adeta “Blob”! Bilincsiz kutlesi bu sehri, bu aski, bu acilari yutup bunyesinde eritecek, ve hiclik olacak artik sadece. Sadece hiclik...


“Cok eskiden hazmolunacaktik!”

22 Mayıs 2009 Cuma

Çık Çık Bum! yahut "yar bana bir eğlence medet"

Tam da bu hafta ogrencilerle wogsploitation uzerine konusuyorduk ki, bu videoya denk geldim.

Efendim, malumunuz, wog anglo sahislarin etnik stereotiplestirme politikalarinin urunu bir terim. Avustralya’da daha ziyade Akdeniz, Dogu Avrupa ya da Orta Dogu kokenli gocmenleri tanimlamak icin kullaniliyor. Geldigimiz cografya itibariyle biz cifte kavrulmus wog sayilabiliriz yani. Bu da bir nevi “nigga” gibi, beyazlar size wog derse ayrimci/irkci olarak damgalaniyorlar, ama siz kendinizi “proudly wog” olarak tanimlayabilirsiniz. Nick Giannopoulos 2000 tarihli Wog Boy’u yazip basrolunde oynadigindan beri boyle bu. Wogsploitation meselesi de boyle basliyor zaten. Wog’lar tarafindan wog’lar icin, wog’larla dalga gecen filmler ve diziler silsilesi. Amerika’da buna kosut ve bilinen bir ornek, My Big Fat Greek Wedding. Avustralya’da televizyon dizisi Pizza ve akabinde film uyarlamasi Fat Pizza buna ornek gosterilebilir. Etnik stereotiplestirme, bedensel mizah, karnavalesk tavir, maskulen ve seksist karakterler girla gidiyor. Ama wog’lar kendileriyle dalga gectikleri icin problem yok.

Bu 19 yasindaki kizcagizin yaptigi bir sorun teskil ediyor iste. Politik dogruluktan uzak, irkci ve siddete duyarsizlasmis bir demec veriyor. Bir de ustune internet selebritisi oluyor.

Mevzu su, gecen haftasonu cumartesiyi pazara baglayan gecenin ilerleyen saatlerinde, guzide semt Kings Cross’da iki el silah patliyor. Justin Kallu adli bir genc bacagindan vuruluyor. Televizyon kameralari gorgu taniklarinin ifadelerini dinlerken. Clare Werbeloff, wog aksani oldugunu dusundugu bir aksanla sunlari soyluyor: "There were these two wogs fighting. The fatter wog said to the skinnier wog: 'Oi bro, you slept with my cousin, eh'. And the other one said: 'Nah man, I didn't for shit, eh' and the other one goes: 'I will call on my fully sick boys, eh'. And then pulled out a gun and went chk-chk boom!" hele bir de arkada "it was awesome" diyen baska bir model daha var, ona hic girmeyeyim.

Burada da web iki nokta sifirin baska bir guzelligi olan appropriation devreye girmis.



Bu biraz da gectigimiz seneki Corey Delaney vukuatini hatirlatiyor. Ya cok salak ya cok akilli oldugunu dusundurten bir genc televizyonda verdigi sacma demecler sayesinde meshur oluyor. Daha gecen pazar olan bu olayin ardindan, Werbeloff’un demeci internet uzerinden alabileceginiz tisortleri susluyor.

Andy Warhol’un kehanetinin gerceklesmesine bir baska ornek daha iste.

14 Mayıs 2009 Perşembe

Bir dilbere vuruldum, Adelaide'li!

Gecen sene arkadaslarimla bir Pink Floyd tribute konserine gitmistik. Calan grup iyiydi ve onlara eslik eden 3-4 solist sirayla Pink Floyd’un en populer sarkilarini seslendiriyordu. Iste ilk kez orada gordum onu. Ismi Zkye’di (Skye diye telaffuz ediniz), kendisi gokten peydah olmus sanki, sesine de Janis Joplin’in hayaleti musallat olmus gibi. Oyle bakakaldik, agzimiz acik. Arkadasim E., ki kendisi cins-i latif mensubu, heteroseksuel bir kisidir, bu kadina asik oldugunu, lezbiyen olmayi dusundugunu soyledi, ben de bu melaikenin lezbiyen olmasi durumunda cinsiyet degistirmeye hazir oldugumu belirttim, gozumu bile kirpmadan. Bir Us and Them, bir Hey You soyleyisi vardi ki, tuyler diken diken olmayagorsun.

Eve doner donmez internette arastirdim, kimdir, kimlerdendir diye. Myspace sayfasina denk geldim. Hemen butun sarkilarini hatmettim, butun fotograflarina baktim, sayfasinda yazan her seyi okudum. Adelaide’de ikamet ettigini, 2003’te Hollanda’ya gidip orada iki seneye yakin yasadigini (dinleyiniz – Amsterdam Sky) ve biralardan Coopers Pale Ale’i sevdigini ogrendim (Coopers’in cikardigi her bira guney yarim kuredeki en icilesi sivilardan olma ozelligini teskil ediyor kanimca, ama bir James Squire da es gecilmemeli, o da baska bir postanin konusu), bir de tabii Sydney’deki bir dahaki konserinin nerede ve ne zaman olacagini.

Onu ikinci gorusum Olympic Park’ta bir muzik festivalinde oldu. Biraz culsuzdum, cebimdeki tum parayi – bir daha uzun bir kuyruga girmemek icin – dort sise biraya yatirmis, bunyeyi de sahneye karsi cimenlerin uzerine yatirmis, mest olmus bir sekilde dinliyordum. Buradaki fotograflari da iste o zaman cektim. Ben orada, sac sakal birbirine karismis bir yandan biramdan bir firt, bir yandan fotograflari cekedurayim, yanimda 5-6 yaslarinda bir velet hasil oldu. “Bu televizyona cikacak mi? Bunlar Australian Idol’dan mi?” diye sorular soruyor, anin butun buyusunu bozuyor! Buradan, beni, cocuklarini benden uzaklastirmayacak kadar guvenilir bulan ebeveynlere selam gonderiyorum. Neyse cocuk sonunda gitti. Ama o ve akranlarinin hala civarda olmasi, Zkye’in alkollu gecelere ve aksamdan kalmalik haline yazilmis harikulade sarkisi The Vow’u dinlememize engel teskil etti. Konser bittiginde, cebimde birazcik daha para olsa, gidip CD’sini satin alsam ve imzalatsam, sonra da kendisine bir Coopers Pale Ale ismarlamayi teklif etsem diye dusunuyordum.

Zkye’i ucuncu ve son gorusum, Darling Harbour’da bir caz festivali esnasinda oldu, gecen sene bu zamanlarda. Hayatimin donum noktalarindan biriydi o gun, Zkye harici sebeplerden oturu – onu da bir gun anlatirim, fakat… Hayat oyle bir surukledi ki, Zkye’i bile unutmusum gitmis iste.

Nereden aklima geldi simdi bunlar? Yarin aksam yine Pink Floyd tribute konserine gidiyoruz, yine ayni mekanda. Gonul isterdi ki Zkye orada olsun yine. Heyhat! Eger orada olsa, bu sefer kesin ona bir Coopers ismarlardim... ve hatta belki iki.

Ve o da A Fairies Tale'i soylerdi.

11 Mayıs 2009 Pazartesi

Gunun Karesi-12 Mayis

Cizgi romanlarda kotulugun manasizliginin farkina vardigimiz an. Brotherhood of Evil bundan kelli Brotherhood of Dada olmaya karar veriyor. Sonrasi, Paris'i yiyen bir tablo, ve caresiz kalan Justice League of America. Grant Morrison'un Doom Patrol'undan. 

10 Mayıs 2009 Pazar

Dylan Moran Berna Moran'in nesi oluyor?

Herhalde bir akrabalik yoktur, ama biri edebiyatin biri hayatin elestirisini yapiyor desek? Keh kuh.

Gecen hafta Dylan Moran’in stand up gosterisine gittik. Ingiliz menseili Black Books dizisini izlemis olanlar bu kizgin Irlandali adami Bernard Black karakteriyle hatirlayacaklardir. Black Books’u izlememis olanlar ise belki ona Shaun of the Dead ya da Run Fatboy Run gibi filmlerdeki  yan rollerinden asina olabilirler.

20 yasinda, dort sene suren issizligin ve alkolizmin ardindan – ki ikincisi hala suruyor gibi gorunuyor – komedyen olmus Dylan Moran. Biz kendisini 37 yasinda What It Is adli gosterisinde izleme firsati bulduk; ve fark ettim ki, en son canli olarak izledigim stand up 90’li yillarin sonunda Cem Yilmaz’in Bir Tat Bir Doku’suymus!

Moran’in sahne persona’si Bernard Black’ten pek farkli degil. Koyu renkli kiyafetler icinde, daginik saclari ve elinde bir kadeh kirmizi sarapla, hayat, iliskiler, din ve Ingilizlerle  ilgili olarak “homurdaniyor”.  Gosterinin Sydney’de olmasi nedeniyle, arada Perth’e, Adelaide’e ve Melbourne’a giydiriyor, basbakan Kevin Rudd’a laf sokuyor – “basbakan size 900 dolar bonus verdi ya, siz de cok mutlu oldunuz, hepinizin fiyatini ogrenmis olduk... halbuki ben size 850 dolara neler yapardim!”  - surekli wallabylerden ve wombatlerden bahis aciyor ve saire.

Gosterinin en komik anlarindan birinde hayati “sabahkalkisegitevedoncocuklarlaugrassabahkalk  isegitevedoncocuklarlaugrasbahceyleugrasbahceyleugrasbahceyleugrasöl” gibi bir sekilde ozetliyor.

Simdi burada “stand up’cinin sakalarini ozetlemeye calisip komik olamayan adam sendromu”na girmeyeyim. Youtube’dan bakiverin Dylan Moran’in Like, Totally gibi onceki gosterilerinin goruntulerine. 

4 Mayıs 2009 Pazartesi

Erkin Koray'in David Bowie'ye bagladigi an!

Barismanco.de ve Diskotek gibi faideli islerin arkasinda yer alan Ercan Demirel, Hey dergilerini tarayip bir internet arsivi olusturmak gibi mesakkatli bir ise girismis. Solda, derginin 27 Mart 1974 tarihli kapagini goruyorsunuz. Erkin Koray'in Saskin plagi ve yeni imaji hakkinda bir yazi var iceride. Ustadin bu plakta Bati muzigiyle Turk Muzigi, ve Hint ve Arap ezgilerini nasil harmanladigi anlatiliyor. Soyle demis Erkin Baba: "Muzik doganin kendisidir. Sinirlamak kesinlikle yanlis olur." Makyajini ise muzigi gibi, alisilmis kurallara olan bir baskaldiri olarak tanimlamis.

Bu imaj bariz bir sekilde David Bowie'nin 1973 albumu Aladdin Sane icin yaptigi imaji hatirlatiyor, tabii. Ama memleketin psychedelic gecmisinin nadide bir parcasi olarak tarihteki yerini almiyor da degil. 

Hey dergileri arsivine ulasmak icin tiklayin.  

3 Mayıs 2009 Pazar

Bandista - de te fabula narratur (Paylasin, Paylastirin!)

http://www.tayfabandista.org/

"Bandista bir aralık, bu
 darlık bu basmakalıp, bu ayık kafayla esrik taklitleri, bu aramızda yaşayan katilleri teşhir etmek gerek dedi evde uyuklarken. Uyanmak gerek dedi önce kendi kendine, evde bir gitar çaldı manuş, klarnet aktı meyanlı, kaydırmalı, akordeon zaten doldurmuştu köşe bucak, vurmalılar hazırdı "marş"a, başladı ev'in hikâyesi, varyetesi söküp söküp yapmanın.

Bandista evi şenlik kıyamet bir eylem bandosu şimdi ses vermekte ska, balkan, vertov, reggae, eşitlik, özgürlük, cango, votka, adalet, kökler sularından... Bandista evinde geceler gündüz gündüzler denktir geceye, bu evde güneş batsa da dinlenir ev hece heceye. Bu evin odaları geniş uzun dar hayal; bu evde mebzul miktar kapılar kilitsiz gıcırdar. Bu evde koridorlar, sokaklar ve meydanlar, sahneler salonlar dansla sesle hınçla çığlıklar... Bu ev bir dağ başında bir gettoda ya da down-town'da, bu ev dev bir karavan bu evi bulur arayan. Bu evin sakinleri kara kızıl mor renkleri, yeşil sarı turunç ve nar, bu ev binbir bedenle var. Bu ev döker alınteri, bu ev rahim yangın yeri; söndürür kandilleri nice esrik sever evi. Bu evde geçmiş hüzünle değil hüsnü kabulle, bu evde gelecek yokla değil beklenir telaşla. Bu ev tenha bu ev dar-maduman kanma yalan, gözyaşları ağıtlar destanlar epik tasalar, bu evde yasalar değil ses verir yoldaş maison'lar!

Bandista is a music collective established in May 2006 in Istanbul, Turkey. Bandista has its roots in the cultural diversity of Anatolia; though the band's presence clearly declares its internationalist approach. The sound of Bandista varies from Django to Reggae, from Bratsch to Ska, Dub and Afro-Beat. The basic formula of the band is to deconstruct whatever sound, text and image possible in favour of a border and class free world. Every Bandista performance is a situationist experiment of rage and rapture. Bandista has performed in several festivals, demonstrations and clubs in Turkey and abroad.

kayıt / recording: Bandista, Kadıköy
miksaj / mixing: BeatBox Pro-Lab Sound, Napoli
mastering: Studio Soulfingers, Napoli
kapak / cover: Bandista
nisan/april 2009

* ...Sollte jedoch der deutsche Leser pharisäisch die Achseln zucken über die Zustände der englischen Industrie und Ackerbauarbeiter, oder sich optimistisch dabei beruhigen, dass in Deutschland die Sachen noch lange nicht so schlimm stehn, so muss ich ihm zurufen:
 De te fabula narratur!
...ama eğer Alman okur, İngiliz sanayi ve tarım işçilerinin durumuna omuz silker, ya da iyimser bir biçimde Almanya'da işlerin bu kadar kötü olmadığı düşüncesiyle kendini avutursa, ona açıkça şunu söylemeliyim: "De te fabula narratur!'
Karl Marx, Das Kapital, Vorwort / Önsöz, 1867

"
De te fabula narratur, senin hikâyeni anlatıyorlar... bize söyleyeceği bir şey daha vardır: Warensprache'nin [meta dolaşımının dili], metaların dilinden telaffuz edilmiş anlatısını (biteviye kapitalizmin konuşması) tercümesi yeterli değildir: onun yerine başka bir anlatının, yepyeni bir anlamın konulması, kısacası "başka bir hikâyenin anlatılması" gerekir. Bu "yeni hikâyeyi dinlemek" için birçok kulağın dikilmiş olduğunu biliyoruz. Ama diller kendi kendilerine konuşamazlar. Farklı hikâyelerin –neredeyse sayısızca– nasıl olanaklı olduklarını anlamış olmak pek şaşırtıcı gelebilir."
Ulus Baker, Marx'ın Bir Çift Sözü Var, 1996"

30 Nisan 2009 Perşembe

Futursuzum vs Futurizm











Madde 1: Yav, muzeleri yaksak n'olur, yakmasak n'olur yav?

Gunun Karesi-1 Mayis

Allah'in sopasi olmayabilir, ama Spider Jerusalem'in var. Yahut Teddy Roosevelt'in dedigi gibi: "Speak softly and carry a big stick". Warren Ellis'in Transmetropolitan'indan. 

Geri Donus

Blog cemiyetinde hep boyle bir "biliyorum burayi ihmal ettim" durumu vardir ya, ondan mustaribim. Malzeme mi tukendi nedir, bilmiyorum. "Sevgili gunnuk" moduna girmek lazim belki de. Dusunecegim bunu. 

15 Mart 2009 Pazar

Gunun Karesi - 15 Mart

1960'lar Amerika'sindan situasyonist bir "detournement" ornegi. Kapitalizme reform uygulamak yetmiyor, hayati degistirmek lazim. Gundelik hayatin siradanligini kirmak falan misal.

Sittirulanist Manifesto vs Situasyonist Manifesto


Madde 1: Gosteri yapmayin kardesim burada!

9 Mart 2009 Pazartesi

Gunun Karesi-9 Mart


Alan Moore ve Dave Gibbons imzali Watchmen'in ilk karesi. Alternatif bir Soguk Savas dunyasinin kapilarini aralayan ilk kare. Bu sehir Rorschach'tan korkuyor... Zach Snyder'in yonettigi film uyarlamasinin gosterime girmesi vesilesiyle bir kez daha okudugumuz bir basyapit. Son cok yakin!

7 Mart 2009 Cumartesi

Axl Rose ve Tayt Sorunsali

Ergenligimizin baharinda, okul servisinde her gun rock muzik kasetleri getiren bir ablamiz vardi. Kulagimiz Guns n Roses'in Knockin' On Heaven's Door cover'ina, R.E.M.'den Drive'a falan asinalik kazanadursun, asil kafamizi kurcalayan konulardan biri edinmeye basladigimiz rocker kimligine uygun bir faca duzebilmekti. Tamam, kareli oduncu gomleklerinden, ya da metalci tisortlerinden yana bir sikintimiz yoktu da... Acaba kizlari da etkileyebilmek icin biraz daha fazlasi mi gerekiyordu ne?

Mevzubahis abla gunun birinde elinde Blue Jean'in - ya da belki Rock Kazani'nin - verdigi bir Axl Rose posteriyle cikageldi. Axl altinda kirmizi bir tayt, anatomik kimi detaylarini iki eliyle cerceve yapmak ve one dogru kaykilmak suretiyle sergiliyordu bu resimde. Guns N Roses'in ne de guzel bir grup olmasi konulu muhabbetimizin cehresi, ablamizin posteri begenmesinin baska nedenleri oldugunu soyleyip suh bir kahkaha atmasiyla degisti.

Tayt, bandana, postal ve bele baglanan oduncu gomlegi! Bu muydu yasitimiz kizlarin dimaglarina erotik bir mesaj gondermenin yolu acaba? Bu sekilde sokaga ciksak dayak yer miydik ki? Bu olaydan bir iki sene oncesinde, ilkokuldayken hepimiz yanlari yesil cizgili, siyah hugo boss taytlari catir catir giymemis miydik?

Asla eger bu kostumu tamamlarsam sonucunun ne olacagini ogrenemedim. Kim bilir, belki eger deneseydim, dogum gunume davet ettigimde "Axl Rose ve Slash geliyorsa gelirim" cevabini veren guzel kiz "seve seve" diye cevap verirdi bana. Verirdi di mi?

Not: Gonul isterdi ki, resim olarak servisteki ablanin getirdigi Axl resmini bulalim. Heyhat!

Gunun Karesi - 8 Mart


Gunun karesi Robert Crumb'dan. 1969'da yayinlanmis Despair adli derginin ilk sayisinin kapagi. Umutsuzluk, sikinti, ruhun uzun karartma geceleri... Suburban evlerinde gunbegun bir kipirtinin ozlemini ceken, sonra beklentilerinin asla farkina varmayacak bir cift. Televizyonda ilginc bir sey var mi? Olsa ne olur olmasa ne olur? Bu da cok Bahadir Boysal tadi oldu sanki be!

cyberkank manifesto vs cyberpunk manifesto!


Madde 1: Kankanın msn listesindeki kızların listesini hack’lemek bize yakışmaz.

5 Şubat 2009 Perşembe

Günün Karesi - 5 Şubat

Marvel Zombies'den bir kare. Cok sembolik, beyninin buyuk bir kismi yenmis zombi bir Kaptan Amerika, sagduyululugunun yerini salyali bir gozudonmusluk almis. Clint Eastwood agziyla bir "punk"tan bahsediyor. Amerika, her seyimi verdim sana, simdi bir hicim!

Dadaşist Manifesto vs Dadaist Manifesto


Madde 1: Gardaş siz doğru oturur eğri söylersiniz biz eğri oturup doğru söyleriz.

KNOW, O PRINCE

Know, O Prince, that between the years when the intertubes drank Web 2.0 and the gleaming cities, and the rise of the Sons and Daughters of Blogger, there was an Age undreamed of, when shining keyboards lay spread across the desks like blue mantles beneath the stars – Technorati, Boing Boing, and Ars Technica with their bytes of fun and useful information and columns of spider-haunted mystery. But the proudest kingdom of the blogworld was Sirayet, reigning supreme in the dreaming Asia Minor. Hither came Agreb-ul Garaib, messy-haired, bespectacled, comics in hand, a geek, a freak, a melodramatic fool, with gigantic melancholies and grotesque mirth, to tread the jeweled thrones of the intertubes under his potbelly.