19 Nisan 2010 Pazartesi

Gunun Karesi - 19 Nisan 2010

David Kohl, çoktandır ölü olan bir tanrıçanın izini sürüyor. Birtakım leşyiyiciler tarafından yağmalanmış eski bir mabette. Gözleri sürmeli, tırnakları cilalı ve kulaklarında Mesih olmayan, fakat adının baş harfleri onunla aynı olan bir adam şarkı söylüyor: dans edelim, içelim ve sevişelim, zira yapacak başka bir şey yok. Bir zeitgeist'ı çağırıyor oraya, veya o zeitgeist'ı bulmaya çalışıyor.

Müzik sihirdir diyor, Gillen McKelvie paradigması, genç ölen ve yakışıklı bir cesedi olan çizgi roman serileri Phonogram'da.

4 Mart 2010 Perşembe

Dodgem Logic, mantıkların en güzeli

Pirimiz Alan Moore dedik ya, şaka değil yani, evimde kendisine sunak bile yaptım. Eve gelenlerin karşılaştıkları ilk şey, hazretin güzel bir şekilde aydınlatılmış bir resmi. Mum yakıp dua etmek isteğe bağlı.

Alan Moore, mekanı Northampton'dan anakronistik bir hamleyle, 60'ların ve 70'lerin underground yayınlarından feyz alan Dodgem Logic diye bir dergi çıkarmaya başladı arkadaşlarıyla. "Fikileri bir tokuşturalım, bakalım ne olacak" maksadıyla harekete geçilmiş. İçinde alt kültürler vs hakkında yazılar, çizgi romanlar (ki Alan Moore'un yazıp çizdikleri de var bunlar içinde) alternatif yaşam tarzı yazıları, bir Northampton yerel gazetesi ve benzeri güzellikler bulunuyor. İkinci sayısı geçtiğimiz günlerde çıkan dergiyi her iki ayda bir iple çekiyorum.

Buyrun derginin web sitesine şuradan bakın: www.dodgemlogic.com

Bir de ilk sayının hediyesi olarak Northampton'lı müzisyenler tarafından son 50 yıl içinde kaydedilmiş şarkıların toplamasından oluşan bir CD vardı. Halen websitesinden indirilebiliyor.
Alan Moore da Downtown Joe ve Retro Spankees ile birlikte şarkı söylemiş hatta, dinlemek elzem!

YouTube'a yorum yazanlardan birinin dediği gibi: "wow, god can sing"

2 Mart 2010 Salı

Die Neu Papa ist aus Baltimore!

Baltimore insanliga tedirgin edici guzellikte seyler verdi: Edgar Allan Poe, Raven'ı burada yazdı ve sokaklarında aklını kaçırmış bir şekilde dolandığı bu şehirde öldü. Alan Moore'un - ki pirimizdir bir yerde - gelmiş geçmiş en iyi televizyon dizisi olarak tanımladığı The Wire bu şehirde geçiyordu. Ve tabii ki Burroughs'un "the pope of trash" lakabıyla taçlandırdığı John Waters da bu şehrin yetiştirdiği, bu şehirden beslenen ve onu besleyen isimlerden biriydi ve hala da öyle.

Dün gece Papa'yı Sydney Opera House'da, This Filthy World adlı tek kişilik gösterisinde izleme fırsatı bulduk. Sydney Mardi Gras şenlikleri kapsamında gelişen bu etkinlikte, büyük konser salonunu ağzına kadar doldurdu. John Waters bizi pislikle kutsadı, çocukluğundan, hayatını ve kariyerini şekillendiren şeylerden, 50'lerde sinemalarda gösterilen doğum filmlerinde otuz bir çeken adamlardan, kült oyuncusu Divine'ın köpek bokuyla olan ilişkisinden ve domuzları azdırma yeteneğinden, çeşitli anal hadiselerden, pastalarla cinsel ilişkiye girmekten hoslanan adamlardan ve saireden bahsederek... Ve biz haci olduk.

Bu gösteri DVD olarak da mevcutmus - edinmek lazim. Buyrun Trailer'ı şu linkten izleyin.

16 Şubat 2010 Salı

Düşsel alkolizm

Rüyamda öylesine akşamdan kalmaydım ki, sabah uyandığımda kendime gelmek için iki bira içmem gerekti.

11 Şubat 2010 Perşembe

21 Haziran 2009 Pazar

Bokunda boncuk aramak?

Bir onceki postadan da anlasilabilecegi gibi Timothy Truman’in Black Lamb serisini okuyordum gecen hafta. 97’de DC Comics’e bagli Helix Comics’ten cikmis 6 sayilik bir mini seri. Hadise gelecekte geciyor. Canavarlar falan var, ama varliklarini insanlardan gizlemeye calisiyorlar. Diziye ismini veren karakter Black Lamb de bu canavarlarin ‘fedaisi’ olan Diarrmaid Donn adli bir nevi uber vampir – malum artik hemen her vampir anlatisi kendi mitlerini yaziyor; Black Lamb evreninde vampirler ölümsüz degil, ancak vampir kani icenler ölümsüz olabiliyor. Diarrmaid de bunlardan biri.

Neyse, asil deginmek istedigim mevzu bu degil. Serinin “They saved Walt Whitman’s Brain” adli dorduncu sayisinda sahane olma kapasitesi olan ve fakat harcanmis bir oyku var. Hikayenin basindaki flashback’te Walt Whitman’in olumunun ardindan beyninin incelenmek uzere muhafaza edildigini, fakat beyni inceleyecek bilim adaminin muhafazayi elinden kazara dusurdugunu ve ardindan parcalanan beyni kanalizasyona bosalttigini goruyoruz. O esnada, “re-animator” tarzi baska bir olay vuku buluyor. Olu bedenleri canlandirmaya calisan bir bilim adami, kizgin bir kalabalik tarafindan taciz edilince, elindeki tum taze vucut parcalarini, ve kimyasal maddeleri kanalizasyona dokuyor. Orada olanlar oluyor, ve gelecekte, Diarrmaid’in dunyasinda, kanalizasyonlarda dolasan, devasa, sakalli bir yaratik goruyoruz ve hic konusmasa da “onda bir sair ruhu” oldugunu ogreniyoruz. Maalesef Walt Whitman yaratiginin pek fazla bir rolu yok bu hikayede.

Bu oykuyu okuyunca, populer tahayyulde kanalizasyonun bir nevi donusturucu mekan islevi gordugu fikri canlandi kafamda. Ninja Kamplumbagalar kanalizasyonda mutasyona ugruyorlar ornegin. Onlarin durumunda da, Walt Whitman canavarinda da ortada mutasyonu saglayan baska maddeler var, ama ‘sihir’ kanalizasyonun bulanik sularinda gerceklesiyor. Bok, adeta mutasyonu saglayan karisimin bir parcasi oluyor. Daha pek cok ornek var aslinda. Batman Returns’un basinda, henuz bir bebek olan Penguen’in kanalizasyonda ailesi haline gelecek penguenlere dogru yuzusunu goruyoruz. Dogustan farkli olsa da, kanalizasyon baska tur bir donusumun, toplumsal bir donusumun mekani oluyor onun icin.

Ayrica anamaddeleri butunuyle bok olan yaratiklar da vardir populer metinlerde. Kevin Smith’in Dogma filminde Golgothan adli bir bok zebanisi boy gosterir ornegin. Mark Millar’in cizgi roman serisi Wanted’da (Angelina Jolie’li filmini de yaptilar biliyorsunuz, tabii o cizgi romandan cok daha farkliydi), Shithead adli bir karakter vardir. Rivayete gore, dunyanin gelmis gecmis en seytani 666 adaminin boklarinin vucut bulmus ve canlanmis halidir. Bedenini istedigi zaman tas gibi sertlestirip, istedigi zaman ishal kivamina getirebilmek gibi bir yetenegi vardir.

Bunlar kurmaca ornekler – bir de cesitli sehir efsaneleri var kanalizasyonlarla ilgili. Ornegin New York kanalizasyonun mutant timsahlarla dolu oldugu soylenir. Tuvaletten sifonla gonderilen yavru timsahlar kanalizasyonda baskalasim gecirir, devlesirler, derilerinin rengi degisir ve saire.

Insanoglunun bokuyla ilginc bir iliskisi var, malum. Belli bir yastan sonra gozumuzun onunde olsun istemiyoruz pek (Zizek’in ilginc bir teorisi vardir bu durumla ilgili, cesitli milletlerin klozet yapilarindan, bokun sifon edilis sekillerinden ideoloji cozumlemesine girisir). Fakat ote yandan bok boylesine bir gizem kaynagina, buyulu bir seye de donusebiliyor. Kerametli bir sey oluyor dupeduz. Hayat veriyor, donusturuyor, vucut buluyor… Bakthin’in Rabelais’yi okurken gordugu turden bir grotesk gercekcilik var bu hikayelerde ve mitlerde.